Türkiye İlaç Sektörüne Yeni Motivasyon
Türkiye ilaç sektörü ekonomik değerinin yanında stratejik değeri nedeniyle daha geniş bir bakış açısıyla ele alınmalıdır.
Ülkemizin genel yönetiminden sorumlu yöneticilerin ülke yönetimini ilgilendiren her konuda olduğu gibi bu konuda da sorumlu olduğunu bir kenara bırakırsak “Türkiye İlaç Sektörü” özelde, sağlık otoritelerinin en öncelikli gündemi ve stratejileri arasında yer almaktadır. Bu doğrultuda sektörde yaşanan gelişmeleri değerlendirdiğimizde, sağlık yöneticilerinin ilaç sektörünün gelişimi için çok önemli adımlar attığını söylemeliyiz.
Ancak “Türkiye İlaç Sektörü”nün ülkemizin gelişimine orantılı olarak hatta geçmiş açıkları düşünürsek daha da fazla gelişmesi ve ilerlemesi beklentisi çerçevesinde, daha geniş bir stratejiye dönüştürülmesi gerektiğini söylemek istiyorum. Bu doğrultuda farklı bir bakış açısıyla, ilaç sektörünün daha geniş bir yelpazede ele alınması yönünde bazı tespitler yapmaya çalışacağım.
Türkiye ilaç pazarındaki yerli ve ithal ürün oranını değerlendirdiğimizde önümüze nasıl bir hedef koymamız gerektiği de basitçe ortaya çıkmaktadır aslında… Türkiye’de kullanılan ilaçların tutar bazında ortalama % 60’ını ithal ürünler, % 40’ını ise yerli ürünler oluşturmaktadır. Oysa Türkiye’de hiç azımsanamayacak sayıda yerli üretim tesisi var. Türkiye’deki 71 ilaç üretim tesisinden 56’sı yerli firmalara ait. 56 ilaç üretim tesisinin varlığına rağmen yerli üretimin istenilen seviyelerde olmamasının nedeni nedir acaba?
Şüphesiz tek cevabı var!
Ülkemizin orjinal ilaç molekülüne yani kendi geliştirdiği bir ilaç molekülüne sahip olmaması… Türkiye ilaç pazarında kullanılan ilaçların % 70’i orjinal molekül yani ilacı ilk üretenlere ait, % 30’u eşdeğer ürün yani bir ilaç firmasının bulduğu ilacı farklı firmaların üretmesiyle oluşan değer. Maalesef Türkiye’de geliştirilmiş henüz yeni bir molekül bulunmadığı bilindiğine göre daha uzun yıllar ilaç pazarı, ilacı ilk üreten yabancı firmaların elinde kalacak görünüyor.
Burada sağlık otoritelerinin düzenlemeleri, ekonomi ve sanayi yönetiminin destekleri yanı sıra en önemli unsurun üretici firmaların vizyonu ve dinamizminin olduğunu düşünüyorum. Üretici yerli ilaç firmalarının sorumluluğu kamu yönetimine yüklemesi gerçekçi mi? Aynı şekilde sadece ilaç firmalarına da yıkmak gerçekçi olmaz.
Yerli üreticiler yıllık 6 milyar civarındaki ciroya (2015 Türkiye ithal ilaç pazarı 9 milyar, yerli ilaç pazarı 6 milyar) rağmen Ar-Ge için yeterli kaynak oluşturamadılarsa sorumluluğu biraz da kendilerinde aramalı değiller mi?
Orjinal moleküllerin geliştirilmesini, ileri teknoloji ürünlerin üretilmesini ilaç firmaları bireysel çabalarıyla başarmayı düşünüyorlarsa alınacak mesafe, milli bir ruhla yerli üreticilerin enerji, motivasyon ve imkanlarını bir araya getirerek alacakları mesafeye oranla çok cılız kalacaktır. Zira son yıllarda yerli ilaç şirketlerinin yabancılara satılmasının en önemli etkenlerinden biri de şirketlerin uzun vadeli yönetilememesi. Şirketini uzun vadeli yönetmeyi sağlayamamış firmaların uzun vadeli yatırım gereken projeleri başarılı bir şekilde yürütmeleri ne kadar mümkün olabilir?
Çözüm, yerli firmaların Ar-Ge çalışmalarını ve ileri teknoloji yatırımlarını milli bir ruhla ve uzun vadeli bir bakış açısıyla ortak havuzda birleştirmeleri ve kamunun da bu ortak çalışmalara daha yüksek destek sağlamasıdır. Bu yaklaşımda bireysel çabaların daha az oranda desteklenmesi doğal karşılanmalı, şirketlerin değil güçlerin birleştirilmesi teşvik edilmelidir. Şüphesiz bu zemin sadece ekonomik beklentilerle oluşturulamaz. Böyle bir yaklaşım ancak milli ve stratejik bakış açısının olmazsa olmaz kabul edilmesiyle sağlanabilir.
Bu arada bu vizyonun oluşmasında mevcut firmaları motive edecek, tetikleyecek sektöre kan getirecek çok sayıda yeni firmanın sektörde yer alması gerektiğini düşünüyorum. Mevcut firmaların bir motivasyon desteği olmadan bu zemini oluşturabileceklerinden endişeliyim. Zira geçmişe baktığımızda, firmaların felsefe ve yönetim mantıklarını izlediğimizde bu tespiti yapmak zor değil sanırım. Bu adımı atması beklenecek bazı firmaların, sektöre girişlerinde bir birliktelik hikayesi olmasına rağmen, bireysel kalmayı tercih etmeleri nedeniyle gittikçe beklentileri karşılamaktan uzaklaştıklarını gözlemliyoruz.
Bu konuda yazılacak ve tartışılacak çok şey olabilir ancak konuyu daha fazla uzatmamak için burada bırakıyorum.
İkinci önemli tespitim “Türkiye İlaç Sektörü”nün büyümesinin motor gücünü, ancak eczacı meslektaşlarımın, milli bir ruhla oluşturabilecekleri gerçeğidir. Çünkü bu bir sevda işi… Bir mimarın hayali şehrin en güzel binasını veya mimari projesini yapmaktır doğal olarak. İdealist bir öğretmen yetiştirdiği öğrencilerin milletine, memleketine en faydalı bireyler olması için çırpınır. Bir hukukçu adil bir hukuk sisteminin hayat bulmasına katkı yapmak ister. İdealist bir eczacının ise tek hayali vardır… Ülkemiz ilaç sektörünün, dünyanın en üretken ve en insancıl ilaç sektörü olması, ülkemizin Ar-Ge ve üretim merkezi haline gelmesidir onun rüyası.
Türkiye ilaç sanayinin bugünkü noktaya gelmesinde de zaten eczacı girişimlerinin çok büyük payı var. Ancak eczacıların bugünkü ekonomik yapılarını ve bu günkü piyasa, rekabet ve yatırım maliyetlerini değerlendirdiğimizde, eczacıların bu yükün altında kalma tehlikesi var. O halde girişimci eczacıların -mutluluk verici ki her geçen gün sayıları artıyor- finansörler tarafından desteklenmesi, bu heyecanı taşıyan ve gerekli adımları atan eczacılara kamunun yeterli destekleri sağlaması gerekmez mi? İş adamlarımız, sermaye sahibi değerli yatırımcılarımızın kaynaklarının bir kısmını uzun vadede sonuç almayı göze alıp bu gibi stratejik alanlara ayırmaları gerekmez mi? Kamu desteklerinin kriterleri arasına stratejik değerleri bir vakıf mantığıyla millete mal edecek girişimler de dahil edilemez mi?
Neden olmasın?